23 Şubat 2011 Çarşamba

Haydar Haydar


Sanırım 2009 yılının başlarındaydı. Haydar Dümen şimdi ismini hatırlayamadığım bir kanalda yüzlerce atasözü yazdığını anlatıyordu. Öncelikle kişi İrfan’ını bilmek gibi Hüseyin olmaz, diye bi atasözü vardır. Ulan bi deyişin atasözü olması için senin ölümünün üzerinden senin artık hatırlanmayacağın kadar bir süre geçmesi ama deyişin bi şekilde unutulmaması gerekmez mi? Baba’nın yazdığı atasözü(!) de şu: Açlık kapıya dayandığında evde yokum diyemezsin. Hmmm… Ne güzelmiş valla, ne anlamlıymış.
Biraz aşağıda Sigmund Freud Ağbiğ’mize haddimiz olmayarak bu konuda eleştirmiştim. Buradan yola çıkarak İki kişi üstünden saçma bir istatistik yaparsak, psikiyatristler bu özlü söz işinden uzak dursunlar kardeşim. (Bknz: Biraz aşağıdaki Sigmund Freud ile ilgili yazı)
Bak ben de bi tane buldum. Tokluk kapıdan çıktıktan sonra ben sıçmam diyemezsin.

14 Şubat 2011 Pazartesi

Ganii ganii Ospizz...



Bu yakında televizyonda Prof. Dr. Osman Müftüoğlu ile Gani Müjde’nin oynadığı reklam filmini izledim. Gani Müjde kalp krizi geçirdiğinden şüphelenip kadim dostu Osman’ı arıyor. Osman’da Gani’nin kalp krizi geçirdiğini anlıyor. Ama, Gani’yi telaşlandırmamak adına onu sakince hastaneye yönlendiriyor. Sonuçta Gani kefeni yırtıyor ve biz bir kere daha Turkcell’den ve onun aslında tam da çekmeyen çekim gücünden duacı olmamız gerektiğine ikna oluyoruz.



Biraz aşağıda, reklam demek; bir ürünün kusurlarını gizleyip, özelliklerini abartarak, o ürünü cazip hale getirmek demektir. diye yazmıştım. Yok… Eksik yazmışım. Reklam insanların zaaflarından, korkularından, merhametinden, duygusallığından da yararlanmakmış.

Bide, ikisi telefonla konuşurken de Turkcell’in çekim gücünü simgeleyen sarı antenli, sarı kostümlü, telefon çalınca antenleri oynayan ve olayları merakla izleyen Turkcell çocukları bunların yanlarında dolanmıyor mu, İşte ona da çok ayar oluyorum arkadaş.

11 Şubat 2011 Cuma

Motorhead & Girlschool - Please don't touch


Reklam demek; bir ürünün kusurlarını gizleyip, özelliklerini abartarak, o ürünü cazip hale getirmek demektir. Fakat Turkcell'in çekim gücü sloganıyla yapılan reklamlarda alenen yalan söyleniyor. Çeşit çeşitte çekmiş kerataları. Dağda, kırda, bayırda. Yeri geliyo sazlar çalınıyo, yeri geliyo halaylar çekiliyo ve Turkcell'linin gücü Turkcell'in çekim gücü şarkısı kulaklarımıza yapıştırılıyo. Hadi len... Bi bok çektiği yok işte. Hala bi çok yerde bi çok kere kesiliyo ya da ses net gelmiyo. Otuzbirin çekim gücü bile Turkcell'in çekim gücünden fazladır be.


Ünlü biriysen, hele de edebiyatçı, düşünür, mucit felan. İşte o zaman bi takım özlü sözler söylemen şart oluyo arkadaş. Hani bu insanlar bunu da neden yapıyolar tamda bilemiyorum. Ama, bu iş bana birazda, hani ilmimi okumaya üşenenler varsa biraz olsun bu cümleden feyz alsınlar bari hesabı yapılıyomuş gibi geliyo. Adam bu cümleyi okuyunca diyo ki; Haaa biz tembellik ettik babanın ilminden faydalanamadık. Ama, şu cümlesinden de büyük ders aldık ve kendisinin de ne büyük adam olduğunu anladık. Böyle özlü bi kaç cümlen olsun öldükten bin yıl sonra bile, tek kitabın okunmasa da, lafın dillere pelesenk olur asla da unutulmazsın.
Sigmund Freud Abi’mizin de bu uğurda söylediği özlü sözlerden bir tanesini sizle paylaşmak istiyorum. Garip değil mi? Birini işaret ederek suçlarken işaret parmağınız onu, diğer üç parmağınız ise sizi gösterir. Bak bak bak… Diğer üç parmak bizi gösteriyomuş. İyi mi? Göstersin mına koyiim. Noolur ki! Hem o üç parmağın bi fonksiyonu yok ki olayda. Eşyanın tabiatı gereği beni gösteriyo. Bu arada baş parmakta sikinin keyfinde. Ha bu bu kadar önemli bi sorunsa, beş parmağı birden uzatırım adamın suratına, hem daha bile etkili olur belki. Ya da resimde görülen, atalardan kalma işareti yaparım. Diğer parmaklarda fonksiyonsuz kalır hem.
Sigmund- Hastasın sen!..